GELİŞMİŞ ÜLKELERİN ÜSTÜNLÜĞÜ EĞİTİM KURUMUNDAN KAYNAKLANMAKTA

Batı’nın gelişmiş bir medeniyete sahip olmasının sebebi ne sadece ekonomik ne de sadece politiktir; eğitim ülküsünün de buna araç olduğu anlaşılır. Her kültürün kendi toplumuna özgü bir eğitim biçimi olmalıdır. Batı, eğitim sisteminin kurgulanmasını toplumu en iyi tanıyan kültür bilimcilerin kılavuzluğunda gerçekleştirmiştir…  

İnsanın diğer canlılara göre birçok belirleyici özelliği olmakla birlikte, özellikle antropoloji ve sosyoloji açısından ele alınan kültür unsurunun onu, anlamak için bir dayanak oluşturdukları iddia edilir. İddiamız o ki insanın, kültürün ne zaman ve neden oluştuğu sorularının cevaplanması halen zor olsa da ne olduğu sorusuna cevap bulmakla birlikte anlamlandırılabileceği yönündedir. 

Kültür ve insan birbirlerinin ürünü müdür? İnsanın “öğrenilen, paylaşılan, değişen, bütüncül ve simgesel” olan kültür vesilesiyle, besin zincirinin ortalarından en başına yükseldiği aşikârdır. Vahşi doğada vahşi canlılara karşı, kültür vesilesiyle kendisine bir dayanak oluşturan insanı koruyup kollayan kültürün, insanı insan eden özelliği sebebiyle doğuda İbn Haldun ile XV. yüzyılda ve batıda Auguste Comte ile XIX. yüzyılda bilim dalı olarak kurulması şaşırtıcı değildir. Zira insanı, sosyal evrim döngüsüyle var eden kültürün, ihtimam gerektirdiğini bilen kültür bilimciler, çağın sorunlarına karşı kültürel çıkarsamalar yapmaktan kendilerini alıkoyamamışlardır.

Kültürü Tanımlamamak Tanımlamaktan Daha Kolay

Kültürün tanımı üzerine yoğunlaşan kültür bilimcilere göre onun ne olduğunu “söylememek” “söylemekten” daha kolaydır. Zira antropolog A. L. Kroeber ve C. Kluckhohn 1952 yılında “Kültür: Kavram ve Tanımlara Eleştirisel Toplu Bakış” adlı çalışmalarında, kültür kavramının 164 farklı tanımını derlemişlerdir. Antropolog Nephan Saran’a göre yakın dönemimizde bu sayı 300’e ulaşmıştır. Bu kadar çok yaklaşıma ve tanıma sahip kültürün ne olduğuna dair ilk doyurucu açıklamanın 1871 yılında Edward Burnett Tylor tarafından yapılmış olmakla beraber, halen geçerliliğini koruduğunu söylemek mümkündür. Buna göre kültür “insanın toplumun bir üyesi olarak edindiği bilgi, inanç, sanat, ahlak, hukuk, gelenek ve benzeri yetenek, beceri ve alışkanlıkları içine alan karmaşık bir bütündür.” Tylor’un kültür tanımını şemaya döken Bozkurt Güvenç, kültür haritasını oluşturmuş ve kültürün dil dışında, sekiz kurumdan oluştuğunu belirtmiştir. Güvenç’e göre kültür olgusu toplum, insan, eğitim süreci ve kültürel içerik gibi ana değişkenlerin ve bunlar arasındaki karmaşık ve karşılıklı ilişkilerin bütünü olarak açıklanmaktadır. Şemada da görüldüğü üzere kültür, “dil, aile, sağlık, yerleşim yeri, üretim tüketim, resmî kurumlar, insanlar, gelenek görenek ve eğitim kurumlarından” meydana gelmektedir. Kültür aracılığı ile oluşturulan kurumların, eğitim vasıtasıyla toplumun diğer kurumlarına ve bireylerine aktarılması onu önemli bir unsur haline getirmektedir. O halde eğitim, bir toplumun gelişmişliğine en çok etki eden kurumdur. 

Tylor’un 150 yıl öncesinde getirdiği tanımın halen geçerli olması bilimsel bir noksanlık mıdır? Kanaatimce değil. Zira değişim içerisinde olunan kültür değildir; kültürün toplumsal kurumlar aracılığıyla uygulama biçimidir. Toplumbilimler ailesi açısından kültür, toplumsal kurumlar aracılığı ile toplumsal üzerinde işlevsellik kazanır. Kurum kültürü aracılığı ile bireylere “dıştan” bir baskı oluşturur ve bireyin toplumsal iş bölümüne katılımını sağlamak üzere ona “statü” sağlama olasılığı verir. 

Eğitim Gelişmiş Ülkeler İçin Amaca Giden Araçtır

Sosyologlar, toplumların gelişim ile eğitimi düzeyi arasında anlamlı bir bağ kurmaktadır. Öyle ki toplum ile kültür, eğitim dolayısıyla değişime açık hale gelmektedir. Eğitim, rasyonel akıl ile ilerlemeyi temel almakla birlikte, gelişmiş ülkeler için bir amaçtan çok bir araç olarak belirlenmektedir. Batı’nın temeli her ne kadar Yunan uygarlığına dayansa da Yunan uygarlığının da Mezopotamya ve Mısır’daki gelişmelerden referans aldığı görülür. Yazının Sümerlilerce icat edilmesi akabinde, süreklilik arz eden eğitimin zamanla kurumsallaştığı ve Platon’un, milattan önce 385 yılında Atina’da Akademia Okulu’nu ve Aristoteles’in elli yıl sonra yine Atina’da Lykeion Okulu’nu açmalarıyla, gelecek yüzyıllardaki modern eğitime ilham kaynağı oldukları söylenebilir. Sümerlilerin, insanlık tarihini değiştiren yazıyı buluşu, en az ateşin keşfi kadar önemlidir. Bu öneme binaen Atatürk, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında yaptırdığı tarih araştırmalarıyla, Türklerin anavatanı Orta Asya’nın, Sümerlilerin de anavatanı olup olmadığı üzerinde durulmasını istemiştir. Zira eldeki veriler ışığında Sümerlilerin, Mezopotamya’ya Orta Asya’dan göç etmiş olabileceklerinden burada, Türklerle kültürel etkileşim kurmuş olabilecekleri düşünülmüştür. Sümer ve Türk kültürü arasında evlilikler yapılmış olabileceği ve dil ile kültür açısından benzerlikler taşıdıkları belirtilmektedir. Tarih öncesi ortak öğeler arasında zamanla farklılık yaşanması, gelişim düzeyini etkilemiş olacak ki, Batı özellikle XVI yüzyılla rasyonel akıl doğrultusunda ilerlemeye başlarken, Türkler istibdat ile sınanmıştır. 

Kültür Bilimcilere Ses Verilmeli

Toplumbilimler ailesi açısından kuramcıların çağın ilerlemesinde öncülük ettikleri görülür. Kuramcıların açtıkları yol bağlamında toplumların aydınlanmasını ve eğitimin mutluluk kaynağı olduğunu belirten İbn Haldun gibi Montesquieu’de bir toplumdaki kanunların, hükümet biçimlerine göre biçimlendiğini belirtir; Ülkelerin, kendi gelenekleri doğrultusunda bireyi eğitim sisteminin biçimlendirmesiyle, topluma uyumlu hale getirdiğini vurgular. Bu da bireyin doğumuyla birlikte bir dizi öğrenmeden geçmesine sebeptir. Montesquieu’ye göre eğitim, toplumların nasıl yönetildiğinin bir göstergesidir. İdeal toplum tipinin, demokratik toplum olduğu ve buna göre bu yönetim biçimindeki eğitimin de mutlu ve erdemli bireyleri yetiştirdiğini belirtmektedir. Batı’nın içerisinde olduğu toplumsal buhranlardan kurtuluşu, sosyoloji öncülüğündeki bilimsel eğitimde gören Auguste Comte’da benzer biçimde özgürlükçü eğitimin önemini vurgular. Kültür bilimci kuramcıların, toplumlarının sorunlarına kayıtsız kalmamaları, gelişmenin önünü açmak için fikir üretmelerine vesile olmuştur. Ne var ki bu önerilerin, yönetimdekiler tarafından dikkate alınmaması, çözümü geciktiren önemli bir engel olarak belirlenmektedir. 

Herbert Spencer, sanayileşmeyle birlikte ilerici toplumların demokratik yönetimlerce yönetildiğini ve eğitimin de bu doğrultuda rasyonel bir dönüşüme sahip olmaya başladığını belirtir. Ona göre eğitimin amacı, insanları hayata hazırlamaktır. Geleneksel eğitimi eleştiren Spencer, öğrencilerin zihinlerini faydalı bilgilerle doldurmak gerekliliğinden, özgürlükçü tutumun önemini vurgular. Kıyaslamaya yönelen Sprencer, toplumların birbirinden farklı gelişim düzeyinde olmalarını uyguladıkları eğitim sistemine indirger. Bu idrak ile Batı kültürüne özgü bir eğitim programı tasarlayan Spencer’in önerisi, resmî kurumlarca kabul görür ve uygulanmaya alınır.  Buna göre Spencer eğitimde beş faaliyet alanı benimser: Meslek bilgisi, ev bilgisi, vatandaşlık bilgisi, boş zaman faaliyetleri. Böylelikle eğitim üzerinden çocuğun/öğrencinin, yetişkinliğe hazırlanacağını ve bunun da ülkenin kalkınmasında fayda sağlayacağını belirtir. Dikkat edilirse Spencer’ın eğitim modeli, sadece özgürlükçü ve rasyonel değil aynı zamanda bütüncüdür. Öğrenciye, ezberci bilgiyi dayatmaktan ziyade vatandaşlık ve hayat bilgisini de vermesi, kültürün bir bütün olduğunun göstergesidir. Günümüzde Batı’nın diğer toplumlara göre daha gelişmiş bir kültürü meydana getirmeleri, uygun eğitim programının geliştirilmesi, yönetimce bunun dikkate alınması ve süreklilik dahilinde uygulanmasıdır. Avrupa’da yaşadığım dönemlerden ve devamında yaptığım incelemelerden deneyim ettiğim üzere, Batı’da bir eğitim programı uygulanmaya konulmadan önce yıllarca tartışılır, dönüşüm geçirir ve uygulanmaya alındıktan sonra da sisteme uzun yıllar hizmet eder. Dolayısıyla Batı’nın tartışma kültürünü iyi uyguladığını söylemek mümkündür. 

Özetlemek gerekirse, günümüzde Batı’nın gelişmiş bir medeniyete sahip olmasının sebebi ne sadece ekonomik ne de sadece politiktir. Batı’nın XVI yüzyıl itibariyle rasyonel muhakeme yeteneğini sağlamak için kendi içinde birçok yenilik gerçekleştirdiği ve en nihayetinde eğitimin, gelişmiş ülke olma ülküsüne en faydalı araç olduğuna kanaat getirdiği anlaşılır. Eğitim biçiminin özgürlükçü, demokratik ve rasyonel oluşu, sentez yapabilen bireylerin yetişmesine vesile olduğu anlaşılır. Eğitim biçimi, toplumsal kültürden bağımsız düşünülemez. Her ülkenin kendi kültürel değerlerini iyi bilmesi, gelişmeye engel teşkil eden hususları öncelikle eğitim kurumu üzerinden dönüşüme tabi tutması gerekmektedir. Bu sebeple toplumu en iyi tanıyan kültür bilimcilerle hareket edilmesi elzemdir…   

Yorum Yazın