Abdullah ÇATLI'nın kızı Gökçen ÇATLI'dan...

Olağan bir yaşam sürmüş insanın, hayatı için önem arz eden tarihleri sıralamak nispeten kolaydır. İnsan bu ya doğar, yaşar ve ölür. Ne var ki bu sade döngü, bireyin kitlelerle olan etkileşimi farklılaştıkça artar ve karmaşıklığı, göreceli kavramların türemesine sebep olur. Öyle ki kimi değerlere göre bir tarihte hayır olan bir kişi, kimi değerlere göre başka bir tarihte şer olabilmektedir… Ya da tersi. Denilir ki hain diye astıklarını, kahraman diye gömenlerle doludur tarih… Bu baş döndürücü bir durumdur ama hayatın ta kendisi tam da böyledir. Değişmez bir denklemdir bu: menfaatin bittiği yerde muhabbet de biter. Çok az kişi bu denkleme inat, yaşamı boyunca bir kişiyi, hatta nesiller çağlar boyunca bir fikri yürek dağlarcasına sever ve sahiplenir. İşte onların yüzü suyu hürmetine de, ata yadigârı denilen kutlu hazine nesiller boyunca ayakta kalır.

Hayata dair, geride bıraktığımız tek kalıcı olumlu iz, “sevdiklerimiz” ve “sevildiklerimizdir”. Tam da bu doğrultuda babam Abdullah Çatlı’nın bana bir sohbetimizde aktardıkları, ondan sonraki mücadelemde kılavuzum oldu: “Kızım, arkanda seni cesurca seven bir kişi bırak… O seni diğerlerine iletecektir.” Aile, dost ve dava arkadaşlığı gibi bağlar o sebeple çok önemlidir. Devir değişir ama sevginin rengi hep aynıdır. Bu kitap çalışması da onun gibi bir durumu yansıtmaktadır. Abdullah Çatlı’yı seven milyonlarca kişiden birkaçının anıları, artık birçok şahitle birlikte diğer nesillere aktarılacaktır.

Babamı anlatmak için “Babam Çatlı” ve “Çatlı Reis” adında iki kitap yazdım ve hala onun o anlarını eksik ele aldığımı, anlatamadığımı düşünmekteyim. Bu eksikliğin, babam adına yazılmış diğer çalışmalarda da olduğunu görmekteyim. Neden bu kısır döngü? Çok basit çünkü babam Abdullah Çatlı, herkesten habersiz tarih yazarken yapıp ettiklerinin de şahidi pek olmamıştır. Onun da dediği gibi “vatanı adına verilen mücadele Allah rızası içindir ve iki kişinin bildiği sır olmayacağından paylaşmanın lüzumu yoktur.” Onun bu düşüncesini vasiyet edinmiş ailem, babamın vefatı ardından kasten başlatılan karalama kampanyaları düzenlenmesiydi, onun verdiği milli mücadeleyi asla ve kata gündeme getirmezdi. Ne yazık ki buna mecbur kaldık.

Her ne kadar Abdullah Çatlı’nın eksiksiz bir şekilde ele alınması pek olası olmasa da, yaşamının belki de en önemli kısmını yani diğerlerinden ilk farklılaşmasına vesile olan kısmını ele almak, “onu anlamak” için önemli bir basamak olacaktır. Babam Abdullah Çatlı için bu “ilk” aslında sülalemiz için bir döngüden ibarettir. Türk destanlarımızdan da alışık olduğumuz üzere huy özüne çeker çünkü boy boylar soy soylar. Babam Abdullah Çatlı ile ilgili birçok yaşanmışlığı paylaştığım kitaplarımdan farklı olarak burada, meselenin özüne inerek babamı anlamak için aile büyüklerimizi ele almayı deneyeceğim. Ve büyük atalarımızı yazıya dökerken, gözyaşlarımı tutamayacağımı belirtmek isterim…

Külli nefsin zaikatül mevt yani her nefis ölümü tadacaktır ama kimi ölümler farklıdır, unutulmazdır. Bizim ailemizin yakın tarihle ilgili önemli aktarımı aslında babamdan önce, büyük dedemiz Hacı Mehmet Çatlı yani namı değer Kılıç Mehmet ile hatta ondan da önce Kılıç Mehmet’in dedesi yani bizim de büyük dedemiz Seyit Hafız Feyzullah Efendi namı değer Fişekçi Efendi ile başlar. Dedemiz Feyzullah Efendi 1864 yılında Nevşehir’deki Fişekçi Camiyi yaptıran kişidir. Adının fişekçi olmasının sebebi özellikle de Kurtuluş Mücadelesinde cepheye mermi üretip göndermesindendir. Burada esas olarak büyük dedemiz Feyzullah Efendi torunu olan büyük dedemiz Hacı Mehmet Çatlı’yı ele almaktır. O ki babam Abdullah Çatlı’nın milli hassasiyetlerinde derin izler bırakmış bir gözü kara savaşçıdır. Büyük dedemiz Hacı Mehmet Çatlı’nın aktarılması, babam Abdullah Çatlı’nın anlamlandırılması adına önemli bir hizmet olacaktır. Allah onlardan razı olsun…

Osmanlı Devleti’nin gönüllü askerlerinden olan Kılıç Mehmet dedemiz, Büyük talan döneminde birçok cephede savaşmıştır. Kutlu hikâye şöyle başlamış: Büyük dedemin yaşı 16 iken köye kara haber gelmiş. Osmanlı’nın İtalyanlara fena muamele ettiği bahanesiyle, Trablusgarp gibi Tobruk, Derne ve Bingazi’de ayaklanma başlamış. Kuzey Afrika’daki son toprağımız olan Trablusgarp’ın düşeceği bilgisi tüm Anadolu’ya yayılmış. İtalya Krallığı’nın Trablusgarp’ta yüz bin askeri var iken Türk kuvvetlerinin asker sayısı sekiz bin olunca, dedem durumdan vazife çıkarmış. Devletin gücü vatan toprağını korumakta sınırlı kaldığından, gönüllülerin orduya katılımları elzem olmuş. Büyük dedemiz Çat Köyü’nden cepheye giden ilk yiğitmiş. O, savaşa gönüllü gidip de dönen beş bin iki yüz yiğittenmiş. Ne yazık ki Trablusgarp’ta yirmi bin yiğit yitirilmiş.

Köye gelen çağrıyla birlikte büyük dedem ve beraberindekiler, önce gemiyle Mısır’a oradan da kaçak yollarla harp alanına ulaşmışlar. Savaş tüm hızıyla devam ederken cephede mühimmat sıkıntısı baş göstermiş. Büyük dedemin sivil hayattaki mesleği bakır kalaycılığıymış. Hayatta kalmak bir yana, cephedeki silah arkadaşlarını düşmanla yüz yüze mücadelede hayatta tutmak adına, mesleğinden bildiklerini cepheye aktarmış: demiri, çeliği ve bakırı ateşte
eritmiş, dövmüş, kalıba dökmüş, soğutmuş ve yüz yüze harp için kılıç ile siper malzemeleri üretmiş. Az konuşurmuş ama sorulduğunda da düzgün Türkçesiyle hep şöyle dermiş: “Efendiler toprak müdafaası şart olunca şartlarımızı zorladık, durum bundan ibarettir. Çok Şehit verdik o yüzden fazlaca konuşulacak mesele yoktur!”

Korunacak cephe çok olunca, büyük dedem Trablusgarp’tan sonra Balkanlar’a geçmiş, oradan da Çanakkale Savaşı’na. Çanakkale’de Mustafa Kemal Atatürk’ün topçuluğunu yapma şerefine nail olmuş. Cephede, kulağını yitirdiğini ancak günler sonra fark edecek çetin mücadeleler vermiş. Savaş bitimi dedemiz Hacı Mehmet Çatlı’ya “Üstün Hizmet Nişanı” verilmiş. Savaş bitimi dedemiz köyümüze giriş yaparken yakasında Üstün Hizmet Nişanı ve elinde görkemli bir kılıç varmış. Büyük dedemiz Hacı Mehmet Çatlı’nın elindeki bu gümüş kaplı görkemli kılıç, Mustafa Kemal Atatürk’ün ona savaş bitiminde bir şeref nişanı olarak hediye ettiği cephe hatırasıdır. Büyük dedemiz Kılıç Mehmet lakabını buradan alır. Bu milli hatıra, dedelerimizden bizlere manevi miras olarak kalmış ve şimdi ailemizin büyüğü olarak amcam Zeki Çatlı tarafından muhafaza edilmektedir.

Babam Abdullah Çatlı dedesi Hacı Mehmet Çatlı’yı tanıma şerefine nail olduğundan hakkında şu aktarımlarda bulunurdu: “Hacı Mehmet dedem kahramandı, gaziydi, şıhtı, kalaycıydı, çok iyi nişancıydı, yiğitti, korkusuzdu! Düşmana karşı memleketi nasıl savunduklarını pek anlatmazdı ama aklı hala cephedeydi. Savaşın akıbetini değiştirebilecekken onlara “dönün” denmesinin bir harp hatası olduğu görüşündeydi. Muhtemelen cepheyi başka türlü terk etmeyecekleri bilindiğinden onlara savaşı kazandıkları söylenmişti. Dedeme göre eğer böyle denmeseydi her şey daha farklı olabilirdi.”

Babamı daha iyi anlıyordum. Onun fikri yapılanmasında atalarının ruhu vardı. Boy boyladı, soy soyladı misali bir Seyit Hafız Feyzullah Efendi namı değer Fişekçi Efendi ile Büyük dedemiz Hacı Mehmet Çatlı Kılıç Mehmet dedemiz,Bu anlatımdan da anlayacağımız üzere devir değişir ama ruh değişmez çünkü Türklüğe adanmış ruhlar davaya can verir, düşman için dirilirler. Babam Abdullah Çatlı’nın dedesi Kılıç Mehmet’ten devir aldığı o ruh gibi milli
yapılanmalar meşaledir ve o meşale hiç sönmeyecektir.